Subject: Re: Bedrettin Şimşekten
From:
To: bedrisimsek@hotmail.com
Merhaba Bedrettin Bey,
İnternet vasıtası ile Aşk Zehri ve Tehlikeli Düşünceler kitaplarınızı edinebildim ve okumaya başladım. Din ve Tanrı konusunda sizinle aynı görüşte bulunmamam, Aşk Zehri’ndeki deyiş bütünlük ve güzelliğininden, üslub sağlamlığından çok etkilenmemi engellemiyor. Tehlikeli Düşünceler’deki aforizmaların arkasında ise bir sahihlik, -eski söyleyişle- bir tefekkür cehdi bulunduğu hemen anlaşılıyor. Düşünsel yaşanmışlığa dayanan, yaşayan sözler bunlar. Yeni çıkacak kitabınızı da heyecanla bekleyeceğim.
Edinebildiğim bu iki kitabınızı, hafta sonuna kadar bitirmeyi umuyorum. (Bitirmek deyişi, özellikle Tehlikeli Düşünceler için yanlış oldu, bir başucu kitabı o). Sonrasında sizinle görüşüp, kitaplarınızı imzalatmak isterim.
Güzellikler dilerim.
————————————-
From: bedrisimsek@hotmail.com
To: …………………..
Subject: RE: Bedrettin Şimşekten
Date: Wed, 7 Nov 2012 09:42:27 +0200
Sayın …..
Nezaketiniz için teşekkür ediyorum. Yalnız şunu belirtmem gerekir ki, benim hakkımda sadece siz öyle düşünüyorsunuz. Çünkü ben kötü bir yazar olmalıyım ki, bugün hiçbir yayınevi kitaplarımı yayınlamak istemiyor. Nitekim Gogol’un üç öyküsünden yola çıkarak yazdığım son romanım bütün yayınevleri tarafından geri çevrildi. Ben kendi paramla çıkarayım diyorum ama sonunda satılmayacak bir kitabı bastırmanın ne anlamı var? Nitekim Tehlikeli Düşünceler bana az üzüntüye mal olmadı. Aşk Zehri adlı kitabım da onu çıkaran yayınevini zarar ettirdi. Kitaplarım yayınlansa bile kitapçılar onları raflarına koyacak kadar değerli bulmuyor. Koysa bu kez okurlar okumuyor.
Mesajınızda benimle aynı fikirde olmadığınızı belirtmişsiniz. İnsan aynı fikirde olduğu kişilerin düşüncelerini bilmese de olur; ama fikirlerine katılmadığı birinin düşüncelerini iyice bilmelidir ki, neye karşı çıktığını anlasın. Bu yüzden din ve tanrı hakkındaki düşüncelerimi size açıklamayı borç biliyorum. Umarım fikirlerimle sizi incitmiş olmam.
Elbette tanrı yoktur demek hiçbir şey olmadığı anlamına gelmez. Tanrı vardır deyip bir cetvelle ölçüp biçmiş gibi onu tarif etmeye yeltenmek ise afakî bir şeydir. Ama kuşkunuz olmasın, eğer tanrı varsa, bilim bir gün onu saklandığı yerden bulup çıkaracaktır. Öyle ya, evrende göremediklerimiz gördüklerimizden çok daha fazlayken nasıl olur da hiçbir şeyin olmadığından söz edilebilir? Bu tanrı olsa bile..
Eğer hatırlarsanız Aşk Zehri adlı kitabımda ölüm anında vücuttan çıkan değil, vücuda giren bir şeyin olduğundan, bunun da ruhun olmadığını kanıtladığından söz ettim. Her canlı bir ışık görerek ölmektedir. Bu ışık, elbette beynin bir marifeti ya da vücuttan ayrılan ruhun cennete gidip orada gördüğü bir şey değildir. Yoksa hayvanlar da bizimle birlikte cennete girerdi. Bu kanımca, boşluktan doğan, bir gün fizikçilerin keşfedeceğinden emin olduğum bir fotonun vücuda girmesi sebebiyledir. Bu size deli saçması gelebilir; ama yine de ölüm anında vücuttan bir ruhun çıktığı, o ruhun daha sonra cennete seyahat ettiği ya da öldüklerinde insanın bir yere, hayvanın başka yere gittiği tezinden daha saçma değildir.
Şimdi, o bize nereden gelmektedir? Her fotonun bir kaynağı varsa, demek ki, onu gönderen bir şey vardır ve o belki de evrenin henüz göremediğimiz derinliklerindedir. Ona tanrı diyebilir miyiz? Eğer dersek, o bize dinlerin tarif ettiği tanrı mıdır? Sanırım bunun yanıtının verilmesi gerekir.
Yine Aşk Zehri adlı kitabımdan hatırlayacağınız üzere henüz ölenler için ‘Ölü değiller ama yaşamıyorlar da’ demiş, onların hala ölümle hayat arasında bir yerde durduklarından söz etmiştim. Bir gün ölüleri diriltilmenin mümkün olduğunu, bunun da bize tanrının olmadığını kanıtlayabileceğini yazmıştım. Şimdi İngiltere’nin Southampton üniversitesinde Dr. Sam Parnia’nın yirmi beş hastaneyle ortak yaptığı bir bilimsel araştırma bu sözlerimi kısmen de olsa doğrulayacak gibi görünüyor. Eğer İngilizce biliyorsanız internette aware study diye arayınız. Daha sonuçları açıklanmamış bu araştırmaya göre ölüm bir an değil, bir süreçtir. Dr. Parnia buradan yola çıkarak ölülerin hayata döndürülebileceğinden söz ediyor. Bu araştırma şu soruya yanıt aramaktadır: Bilinç, beynin bir ürünü müdür? Yoksa beyinden bağımsız mıdır? İlk bulgular bilincin beyinden bağımsız olduğu yönündedir. Eğer sonuçlar bu tezi doğrularsa yaratıcı bir tanrı olduğu fikri büyük bir darbe yiyecektir. Çünkü bilinç ölümden sonra varlığını sürdürüyorsa, doğumdan önce de var olmuş demektir. Hep var olduğumuza göre demek ki, biz yaratılmadık. Yine Dr. Sam Parnia’a göre ölümden sonra bilinç bir süre uyanık kalmaktadır; yani ölüler bir an için etraflarında olup biteni görebilmektedir. Benim kişisel kanaatim daha sonra bilincin farklı bir boyuta geçtiği, o boyutun da rüyalarımızın yapıldığı malzemeden yapılmış olduğudur. Bu konulara Gogol’un üç öyküsünün romanlaştırılması adlı son kitabımda uzun uzun değindim.
Eğer aware study bilincin beyinden bağımsız olduğunu ortaya koyarsa insanda farklı bir maddeden yapılmış yeni bir organ bulunmuş gibi olacaktır. Demek ki beynimiz, bilincimizin bir alıcısı gibi çalışmaktadır. Ne var ki, bilinç kusursuz bir radyo vericisi gibi olsa da, alıcı verici kapasitesinde değildir. Çünkü bilinç, eter gibi sonsuza yayılan, bir yerle sınırlandırılamayan, mekâna bağlı olmayan bir şeydir. Ben ise mekâna bağlıdır, kusurlu beynimizin bilincimizi algıladığı yerle sınırlanmıştır. Bu yüzden beyin aldığından pek azını, o da yalan yanlış aktarır. Yani değerlendirmelerimizin yanlış algı olması ihtimali çoktur.
Eğer öyleyse, aynaya baktığımızda gördüğümüz şey konusunda bile yanılıyorsak, o zaman tanrı konusunda da yanılmamız kaçınılmaz.
Bilim, insanın evrendeki yerine dair tüm inanışlarını yıktı. Şimdi sıra insanın kendi benine dair inanışının yıkılmasına geldi. Bir düşünün, güneşin gerçekte ne olduğunu anlamamız bile binlerce yıl aldı. Güneş her gün karşımızda durduğu halde onun ne olduğunu çok sonra bilim sayesinde öğrendik. Bilim bir gün bize de ne olduğumuzu söyleyecek. Böylece benin ben olmadığı, ben duygusunun kaynağını bedenimizin dışında aramak gerektiği ortaya çıkacak. Çünkü hali hazırda kendi kendimizi tarif edişimiz, ilkel insanın güneşi başka bir şey sanmasına benziyor. Oysa ne tanrı bizim inandığımız gibi bir tanrıdır, ne de biz kendimiz düşündüğümüz gibiyiz. O halde çok az şey biliyorken kesin konuşmak, insanın inandıklarına ancak inanmak istemesiyle açıklanır.
Ben bilincin bize o fotonu gönderen kaynakla aynı nitelikte olduğunu düşünüyor, başta sorduğum soruyu tekrar soruyorum: O şey tanrı olabilir mi?
İçimden bir his, o tanrı olsa bile onun tapılacak ya da putlaştırılacak bir tanrı olmadığını ama tüm canlılığın özü olduğunu söylüyor. O biraz felsefenin daha çok da fizik biliminin konusuna girmektedir. Yani size ibadet edilecek bir tanrı olmadığını söylesem de yine bir tanrı olmadığını söylemiyorum. Eğer kesin konuşursam dindarların düştüğü hataya düşerim.
Elbette bilim, bugün Higgs parçacığı diye adlandırdığı tanrıyı keşfetmenin kapısını açacaktır. Bilim sayesinde, güneşin güneş olduğu anlaşıldıktan sonra put olmaktan çıkması gibi bilim gerçek tanrıyı keşfedince, bütün dinler ortadan kalkacaktır.
Çünkü günümüzün tanrısı, kaba saba bir karikatürden, insanoğlunun arzularının ona yansımasından başka bir şey değildir. O bir insanın diğer insan üzerinde tahakküm kurmasının bir aracıdır. Tarih boyunca da hep zorbalığa alet olmuştur. Siyasete alet edilen din ise tanrıya ulaşmanın değil, ahlaksız politikacılar için iktidar olmanın bir yoludur. Bu yüzden kendilerine söylenen tanrıya inananlar, ya korkularından ya da aslında öyle bir tanrının olmasını arzu ettiklerinden ona inanıyorlar. Tanrı yok diyenler onların arzularına karşı geldiklerinden şiddetle karşılanıyorlar.
Bana sorarsanız, asıl tanrıya inananlar, tanrıdan habersiz yaşayanlardır. O halde tanrıyı bulmak için önce onu reddetmek gerekir.
Bu düşüncelerimi size çok saçma gelen, ölümümüzden önce vücudumuza giren bir foton olduğu tezi üzerine kurdum. Elbette bilim kanıtlamadıkça böyle bir şeye inanmak doğru olmaz. Yalnız insan kuşkucu yanını hep muhafaza etmelidir, aksi takdirde doğruyu hiç bulamaz.
Saygı ile
Bedrettin Şimşek
2 temmuz 2013 tarihinde İngiliz Daily Mail gazetesinde yayınlanan bilimsel bir araştırma ölüm anında hücreden hücreye geçerek gövde içinde yayılan floresan parlaklığında esrarengiz bir ışık dalgasının varlığını fotoğraflarla ortaya koymuştur. Bu durumun etkisiyle gövde ölüme yaklaştığında içten bir ışıkla parlamakta (ölümden dönenlerin gördüklerini söyledikleri ışığın kaynağı bu olabilir mi?) ölüm gerçekleşince ise bu ışık sönmektedir. Bu benim 2005 yılında ‘Aşk Zehri’ kitabımda bahsettiğim ölüm fotonu olabilir mi? Bilgi için tıklayın