Benim kendimi son kitabım ‘Tehlikeli Düşünceler’ vesilesiyle Türk edebiyatının en büyük yazarı ilan etmem ne kadar tuhafsa, bu iddiaya sessiz kalınması bundan da tuhaf bir şeydir. Başka bir ülkede bu çeşit bir iddiayla ortaya çıkan kimse alay konusu olur. Oysa ne gariptir ki, ben alay konusu bile olmadım. Acaba bir meczup lafını da mı hak etmedim?

Bazıları bu şekilde reklam yaptığımı düşünmüş olabilir. Evet, ama kitabım kötüyse bu reklam benim rezil olmamla sonuçlanmaz mıydı? O zaman böyle bir iddiayla ortaya çıkılmasının ne kadar abes bir şey olduğu gösterilmiş olur, herkese gülme mevzuu olurdu. Sonuçta başarısız bir esere işaret etmek, kendilerinin güzel yazdığını söylemek anlamına gelir ki, bu bütün kötü yazılmış kitapları aklar. Demek ki onlar kitabın iyi olduğunu düşünüp sustular. Günümüzde kötü bir kitabı sattırmamak bir şeydir, ama iyi bir kitabı sattıramamak daha fazla şeydir. İyi bir kitabı sattırmayanlar çifte zafer kazanmış sayılır.

Yoksa kayıtsız kalarak önemsiz olduğumu mu söylemek istediler? Şu var ki, kimse kazanacağı bir savaştan kaçmaz. İnsan yeneceği kişinin önemli olup olmadığına bakmaz.

Açıkçası bu iddiadan dolayı bütün eleştirmenler benimle alay edeceklerine, ben onlarla alay etmiş gibi oldum. Bu da ülkede eleştirinin bittiğini, benim aslında bir romancı olmasam da iyi bir komedi yazarı olduğumu gösteriyor. Çünkü hakarete uğrayan birinin, kendisine hakaret edene ün kazandırmamak için bu hakareti sineye çekmesine ancak vodvillerde rastlanır.

Şimdi bu garip durumun ortaya çıkardığı gerçeklere bakalım.

Alelade birinin kalkıp kendini ülkenin en büyük yazarı ilan etmesi deliliğini gösterir muhakkak. Ama diğer yazarların buna sessiz kalması onların özgüven eksikliğini gösterir ki, bu çok daha kötü bir şeydir. Demek ki, kimse yeteneğinden emin değil ve bu özgüven noksanlığı, alçakgönüllülük laflarıyla kamufle edilmeye çalışılıyor. Acaba değerli yazarlarımız bu alçakgönüllülük silahıyla kendi kendilerini vurduklarının farkında değil mi? Çünkü onlar tevazu gösterdiklerinden en yeteneksiz yazarlar en tepeye oturtuluyor.

İşte bunu gördüğüm için, madem bu değerli yazarlar, sırf yayınevleri para kazansın diye vasat yazarlarca geçilmelerine ses çıkarmıyorlar, bana da ses çıkarmazlar diye düşündüm. Bu düşüncemde haklı da çıktım. Ama söyleyin Allah aşkına, o değerli yazarlar bana kızsalardı, sanki haklı mı olurlardı?

Kendini birinci ilan etmek değil, edebiyatın alınıp satıldığı bu piyasada kötü kitapların iyi gibi gösterilmesine rıza göstermek, yeteneksiz yazarların parlatılmasına susmak, ülkenin Amerikan edebiyatının bir çöplüğü haline getirilmesine ses çıkarmamak, asıl ayıp olan şey işte budur. Nitekim böyle düşündüğüm için o değerli yazarlar arasında bana bir yer olmadığını biliyorum. Bir sessizlik duvarı ardında hapsedilmiş gibiyim ve bu duvar her geçen gün daha da yükseltiliyor. Hatta bu duvar yıkılmasın diye, işte hak ettiğim halde bana hakaret bile edilmiyor.

Bugün yüzlercesi arasından sadece Orhan Pamuk’un saf ve düşünceli olmak gibi bir iddiası var. Geriye kalan bütün yazarlar sessiz bir kalabalık oluşturuyor. İddiası olmayan bir yazar, bütün çekişmelerin dışında kalmak istediğini hissettirir bize. Onun sermayesini yatırdığı hiç bir yer yoktur. Oysa her yazar bir iddiayla ortaya çıkmalı, böylece söyleyeceği bir şeyi olduğunu bize göstermeli. Hiçbir iddiası olmayan bir yazarın edebiyat toprağında kök salması, yarına kalması mümkün değil.

Her gün sayısız kitap yayınlanıyor, ama bunlardan kaçının söyleyecek bir şeyi var? Üstelik bu yazarların hepsi ne kadar güzel yazdığıyla meşgul. Sanki güzel yazmak, yetenek gerektirirmiş gibi. Bir kitabın kusursuz olması değil, kusurlarına rağmen yaşaması daha büyük bir olaydır. Bir yazarın ne olduğu da kitabından edebi olan atıldığında geriye kalandır.

Ortada neden polemik yok? Çünkü yazarların kendilerine has bir fikri yok. Böylesi yazar dilsiz yazardır. Onun itiraz edeceği bir şey yoktur. İşte Elif Şafak, yüz binler satıyor ama hiçbir iddiası yok. Eğer iddiası bir silah gibi kendisini vurursa, yazar işte ancak o zaman ölümsüz olur. Bugün yazarlar her şeyde hazıra konuyor, bu yüzden dövüşmeyi göze alamıyor, böylece hiçbir şeyi hak etmiyorlar. Nitekim karşımda susarak savaşa icabet etmeyeceklerini gösterdiler. Oysa savaşsalardı, bu onların ömürlerine ömür katardı. Ama yarın yaşamayacak olan, bugün de ölü sayılır. Diri olanı yok etmek mümkün değildir.

Unutulmasın ki, savaş arındırır, savaşın olmadığı yerde hep zayıflar kazanır. Oysa bugün yangın çıkmasın diye kibrit bile çakılmıyor. Çünkü teslim alınmış bir asker savaşmaz. Günümüz yazarlarının çoğu da teslim olmuş durumdalar. Ticarette yetenekli olan değil, kim en çok parayı kazandırırsa, o en iyidir. Bu yüzden kitapları satılmayan birinin kalkıp kendini büyük yazar ilan etmesi, o gerçekten büyük yazar olsa da, yayınevleri için sinek vızıltısıdır. Vasat kitapların revaçta olduğu bu sistemde iyi ya da kötü yazar olmanın hiçbir anlamı yoktur. Hatta kötü yazar olmak daha iyidir.

İşte bununla herhangi birinin kalkıp kendini Türk edebiyatının en büyük yazarı ilan etmesinin hiçbir sakıncasının olmadığını söylemek istiyorum. Kim bir tahtı boş bulur da gidip oraya yerleşmez. Sonuçta tahtta oturan birinin güzelliğine, çirkinliğine bakılmaz. Bir sersem bile rahatça bunu yapabilir, kimse de ona durup durduk yerde ün kazandırmak istemediğinden ağzını açmaz. Çünkü bugün mesele, yazarın yetenekli olup olmadığı değildir; kitabın satıp satmadığıdır. Bu sebeple o makam daha çok sıradan best-seller yazarlar içindir. Hatta bana sorarsanız, Türk edebiyatının en büyük yazarı olmaya Amerikalı bir yazar yakışır. Elbette post modern yazarlarımız Amerikalı yazarları taklit ettiğinden o makamın ayakucuna bile yetişemez. Bu yüzden o tahta Amerikalı bir yazarın oturmasına da ses çıkarmayacaklardır.

Şimdi okur neden kendimi Türk edebiyatının en büyük yazarı ilan ettiğimi anladı mı? İddia sahibi olmaktan korkulmaması gerektiğini göstermek istedim. Bu yüzden iddiaların en çılgınıyla ortaya atıldım.